Hjjıjkk
09 Pazar Mar 2014
Posted Uncategorized
in09 Pazar Mar 2014
Posted Uncategorized
inHjjıjkk
17 Cumartesi Ağu 2013
Posted Günlük
inEtiketler
Hepimiz her şeyi eleştirme konusunda birbiri-mizle yarışıyoruz. Çünkü hepimiz her konuda uzmanız(!) Söz konusu ahkâm kesmek olunca kimse elimize su dökemez. Gazeteci isek kırmızı çizgilerimiz bellidir. Her doğruyu her yerde yazamayız/yazdırmazlar. Geçen bir kutlama da duydurduklarımı yazsam bana ayrılan köşe gibi on köşe az gelirdi. Hemen mahkeme kuruluyor. İçimizde savcılığa soyunan bir şahsiyet Belediye başkanının iddianamesini hazırlıyor. Bir diğerimiz hâkim rolüne soyunuyor ve tanıkları dinliyor. Savunma avukatlığı makamımın sesi cılız. Bir şey söyleseniz, yağcılık ve yağdanlıktan hüküm giyiyorsunuz. Delilsiz bilgiler, dedikodu kaynaklı örnekler, mahkemenin ana unsuru. Gereği düşünüldü: Makamdan edelim, yok bu az gelir, müebbet hapis istemiyle yargılayalım, yok yok en iyisi asalım. Bu kadar acımasızca konuşuyoruz. “Buyurun bildiklerinizi yazın” dediğimizde dırt. “Çıkın ekranda konuşalım” diyoruz, küfür etmiş muamelesi görüyorsunuz. Ne şiş yansın ne kebap yansın misali bizimkisi. TV Ekranına davet yazamamaktan daha kötü. Her yerde konuşan insanlar kamera önünde lal oluyor. 657’ye tabiyseniz önce hiyerarşiyi aşmanız gerekiyor. Bir öğretmenle mi konuşacaksınız, önce okul müdüründen, sonra milli eğitim müdüründen, sonra da Validen izin koparmanız gerekiyor. Konuğunuz izin alana kadar konuşacağınız gündem değişiyor. Bir doktor mu alacaksınız önce başhekimi, sonra il sağlık müdürünü, sonra da Valiyi ikna etmeniz gereki-yor. O sırada konuşacağınız konuya ilişkin hasta ölmüş oluyor. Buyurun cenaze namazına… Madem her şeyin başı eğitim, madem her şeyin başı sağlık, sizde en başa yani Valiye gidiyorsunuz. Devlete sığınmak ve devlet sıcaklığı ile ısınmak size en güvenilir yol gibi gözüküyor, gibi diyorum zira ne sığındığımız kapıda bir sıcaklık, ne de güvendiğimiz yolda mesafe alabiliyoruz. Sayın Vali(m) meşgul… Biz de kararını saygı ile karşılıyoruz. Sonuç da o da 657’ye tabi, sonuç da ilk valiliği, canlı yayına çıkma riskini almıyor. Oysa cumartesi sohbetleri gibi sıcak, esnaf ziyaretlerindeki samimiyet gibi bir muhabbet edecektik. Bizi kim yönetiyor, nasıl biri, ne yer, ne içer, onları öğrenecektik. Her makamın kendine göre zorlukları ve sorumlulukları vardır. Bize düşen bu zorlukları kolaylaştırmak. Şayet Davetimize icabet etseydi, Çorum Turizmini, sanayisini, tarımını, sağlığını, eğitimini konuşacaktık. Belli ki Sayın Vali(m) konuşmaktan çok, sahada olmayı tercih ediyor. Belki bir gün canlı yayın heyecanını yener, meşguliyeti azalır da bizde kendisi ile bunları konuşuruz. Daha yakından tanıma ve kaynaşma şansımız olur. Hiç bir şey bilmesek de hamdolsun haddimizi biliriz. Koskoca Vali(m) Çorum’un yerel Televizyonunu küçük görüyorsa, o da onun büyüklüğü. Biz her daim küçüklüğümüzü gösterip saygı da kusur etmeyiz. Yayıncı iseniz eleştirileceksiniz, bunun kaçarı yok. Neden Uyduda değilsiniz? Neden yayınlarınız kaliteli değil? Neden programlarınız az? Neden halkın sorunları ile yakından ilgilenip muhataplarını ekrana çıkarmıyorsunuz? diye soranlara Tek bir cevabım(ız) var. NEDEN BİZE SAHİP ÇIKMIYORSUNUZ (?). Bu memleketin en başından en sonuna kadar kimse ekran önünde konuşmazsa, daha çok kahve köşelerinde, meyhanede, pastane de, simit saraylarında memleketi kurtarırız. Konuşan Türkiye İstemekle olmuyor, konuşmakla oluyor. Yoksa üç maymunu oynayıp, maymunlar cehennemini yaşarız.
17 Cumartesi Ağu 2013
Posted Günlük
inEtiketler
NE TTNET MİŞ BE!
Bir şeyin eksikliğini anlamanız için onu kaybetmeniz gerekiyormuş meğer. Bu haftaki konu ve konuğum hakkında araştırma yapmak için çalışmalara başladım. Çağın en büyük bilgi kaynağı olan internet üzerinden işe girişecektim ki bir baktım net yok. Doğal olarak hizmet aldığım TTNET müşteri hizmetlerini aradım. Tarih 2 Nisan. Müşteri temsilcisine arıza kaydımı bildirdim ve beklemeye başladım. İddiaları ve taahhütleri bir arızanın 24 saat içerisinde giderilebileceği, bekleme süremi sabırla bekleyip 24 saatimi doldurdum. Bizim nette Tık yok. Yeniden müşteri hizmetlerini arıyorum; Tarih 3 Nisan. Müşteri hizmetleri beni sorguladıktan sonra arıza ile çalışmaların devam edeceğini söyledi ve onları aradığım için bana teşekkür etti. Ama bu teşekkür internet bağlantımı getirmedi. Saatler geçiyor, ben hala aynı şarkıyı söylüyorum: “madurum da mağdurum.” Müşteri hizmetlerini yeniden arıyorum; Tarih 3 Nisan öğleden sonra. Müşteri hizmetleri hiç daha önce aramamışım gibi beni aynı sorularla sorguluyor. Ananızın kızlık soyadı, doğum tarihiniz vs. vs. Sana ne anamın kızlık soyadından… Anam kızlık soyadını bırakalı 50 sene olmuş. Benim doğum tarihimi öğrenip te ne yapacaksın, doğum günümde bana hediye mi yollayacaksın? Böyle bir nezaketiniz varsa benim bilgi akışımı engellemeyin başka bir şey istemem. Müşteri hizmetleri resmen benle kafa buluyor. “Çalışmalarımız devam ediyor, arıza giderilince biz sizi arayacağız.” Tık telefon kapanıyor. Ben iyice arızaya bağlıyorum. Sabrımın sınırlarındayım bu gayet net! Karşınızda robot taklidi yapan bir insan ne söyleseniz, “Anlıyorum” diyor. Ne anlıyorsunuz kardeşim. Bir şey anladığınız yok. Ben Türkçe anlatıyorum, ağzımla siz nece anlıyorsunuz nerenizle. Konuşma kayıtlarımız güvenlik açısından kayıta alınıyormuş. Ama kayıtları dinleyen yok ki. Dinleseler ne kadar perişan olduğumuzu görecekler. TTNET’i aramak alışkanlık yapıyor bende yeniden arıyorum; Tarih 4 Nisan. Aynı sorular seremonisinden geçip aynı cevaplar alınca. Anlıyorum ki, bu servisin müşteri ile de, hizmetle de bir alakası yok. B eni böyle bir anlayışla kimse temsil edip müşteri temsilcisi diye telefona cevap vermesin. Hızımı alamıyorum TTNET Çorum şubesine gidiyorum. Derdimi anlatıyorum. “Olur mu öyle şey” diyorlar? oluyor efendim biz bunu hacet organımızdan mı uyduruyoruz. Bakın “hala gelen giden yok” diyorum. Beni öğle ikna ediyorlar ki, diyorum “kesin ben eve gitmeden teknik ekip gitmiştir arıza mahalline.” Eve geliyorum, ne gelen var, ne giden biz hala netten uzağız. Sanki holding hattı tamir edecekler. Yalın gariban bir aboneyim işte. “Gariban olduğum için mi kimse tınlamıyor acaba” diye de aklımdan geçirmiyor da değilim. Bu yazı size ulaşır mı bilmem zira henüz netim yok gazeteme mail atamayabilirim. Tarih 5 Nisan hala arıza devam ediyor. Ne zaman arasam Söz de! Müşteri hizmetleri bana aynı soruları sorup aynı cevapları veriyor. Ne TTNET miş be. B u çağda bu kadar vurdumduymazlık pes doğrusu… Yok, “fibermiş, yok hibermiş, Hızımızı artıracaklarmış, önce hizmet hızınızı artırın da ondan sonra diğerlerini hızlandırırsınız. Şikâyetim var dinleyen yok. Aciz bir kulum elimden bir şey gelmiyor. Size kul olana kadar yaradana kul olurum. Ve sizi Allah’a havale ediyorum. Elinizi vicdanınıza koyun. Koyun da çatır çatır ödediğim faturalardan aldığınız maaşı ne kadar hak edi-yorsunuz bir düşünün. Eğer hakkım varsa Hakkımı helal etmiyorum. Bu da böyle biline! ne dediniz duyamadım ” haklısınız efendim” mi diyorsunuz. Ya bi git kardeşim robot musun insan mısın benle kafa bulma…
Bu yazı 2013-04-08 saat 15:21:50 eklendi ve 159 defa okundu
17 Cumartesi Ağu 2013
Posted Günlük
inEtiketler
‘SELAM’ merhaba demek, iyi günler demek… benim kalbimden, dilimden ve aklımdan size zarar gelmez demek.. “SELAM olsun tüm kalbi sevgiyle dolu O güzel insanlara” diye başlayan ve kılıçla gelene kılıçla karşılık verilir SELAM ile gelene “ALEYKÜMSELÂM” denirle insanlık dersi tadında veciz bir cümle ile devam eden bir film. Yalın bir dil sade bir oyunculuk ve sağlam bir senaryo. “Aşk var mı aşk” diye soranlara cevabım “evet var” ama cıvımamış saygısını ve fedakârlığını yitirmemiş bir aşk var. Güldürmek için küfür, ağlatmak için ajitasyon yok. Hayatın ta kendisi. Yaşanmış bir hizmet öyküsü. Müthiş bir finalle bitiyor film. Tabi ki finalini söylemeyeceğim, ama Nehir Film yapımdan çıkmış olan bu filmin özeti şöyle: Harun, Zehra ve Âdem öğretmen, idealleri uğruna sevdiklerinden, ailelerinden, evlerinden, yurtlarından ayrılarak 3 farklı kıtaya doğru yola çıkar. Adem, hamile karısını geride bırakarak binlerce kilometre uzaklıktaki Bosna Hersek’e sıcacık bir selam ve dostluk götürmenin peşine düşer. Zehra, Harun’un hasretini yüreğine gömerek açlığın ve susuzluğun pençesinde olan Afganistan’a ulaşarak savaşın gölgesindeki çocuklara yardım eli uzatır. Hizmet aşkıyla yanıp tutuşan Harun ise geçmişini düşünmeden eski bir sömürge devleti olan Senegal’deki karanlığa ışık olmaya gider. Bu üç fedakâr öğretmen, gittikleri ülkelerde sadece eğitimci değil, aynı zamanda anne, baba, dost ve arkadaş olabilmek için ellerinden geleni yapar. Dünya’nın en çilekeş ülkelerine barışı, dostluğu, kardeşliği, yardımı götüren bu isimsiz kahramanlar kendi hayatlarını hiçe sayarak ve eğitim fedakârlığını her şeyin üstünde görür. Üç öğretmenin hikâyesi zaman zaman birbiriyle kesişirken, çoğu zaman binlerce kilometreyle birbirinden ayrılır ve onlar gittikleri her ülkede solmayan birer hatıra olur. Oyuncuları tanımazsınız her biri pırıl pırıl yaşamın içinden fırlamış gibi sade ve duru oynuyorlar. Film bir davanın anatomisini anlatıyor aslında. Zaman zaman Araya serpiştirilen davetler gözden kaçmıyor. Özellikle Himmet konusu tadında ve kıvamında işlenmiş. Savaş var, ama kan ve barut yok. Bizde farklı şekilde ortaya çıkan ayrışmalar Afganistan’da beyaz adam olarak Senegal’de iki dere yakasının uslanmaz kavgası olarak ve Bosna’da bitmeyen çatışma olarak karşımıza çıkıyor. Barışı sağlayan yegâne unsur ise sevgi… Öylesine sıcak ve naif işlenmiş ki size sadece gözyaşı ortaklığı düşüyor. Hangi tenden ya da hangi milletten olursanız olun gözyaşının rengi hep aynı akıyor. Filmin vizyona giriş tarihi en çok da kardeşliğimizin sorgulandığı, sevgimizin ve saygımızın yok edilmeye çalışıldığı bir döneme denk getirilmesi ayrı bir takdir konusu. Ailece tertemiz bir sosyal aktivite istiyorsanız, şiddetle tavsiye ederim. “Kimse Yok mu” diye bağıranlara bir biletle bizde varız diyebilirsiniz. Hem ruhunuz temizlenir, hem vicdanınız rahatlar. Anne eli değmiş kadar lezzetli, Baba şefkati kadar gerçek bir film. Bir anne düşününki evladı vitaminsizlikten ölümle boğuşurken, “ETE alışmasın sonra ben nasıl istedikçe bulurum” deyip ikram edileni red edecek kadar onurlu ve vakur. Susuzluğun ne demek olduğunu Hz Hüseyin bilir. “Kim bir bardak su içerse beni ansın” diyecek kadar suya hasret giden bir peygamber torunu. Açlığın ne demek olduğunu da yaşayan biliyor. Biz yemekleri beğenmeyip israf ederken attığımız yemeklere muhtaç insanlar olduğunu hiç düşünmeyiz. İşte size bir fırsat. Belki sofranıza konuk edemezsiniz, ama sofralarına bir lokma ekmek koyabilirsiniz. Unutmayın! Veren el alan elden daha hayırlıdır.
17 Cumartesi Ağu 2013
Posted Günlük
inEtiketler
TAKVA SAHİBİ PROTOKOL
Cuma akşamı Son söz programının yayın konuğu il Müftüsü Mehmet Aşık idi. Kutlu Doğum Haftası münasebetiyle Diyanet işleri Başkanlığının bu sene tema olarak işlediği “Hz Peygamber ve İnsan Onuru” konusunu işledik. Program sonunda Mehmet Aşık tüm Çorumluları Itri konserine davet etti. Biz de bu davete icabet ettik, gittik. Gördüğüm ilk manzara “Şükür ki hala peygamber sevdalıları var” düşüncesi uyandırdı bende. Salon tıklım tıklım. Onları oraya getiren şey Resululllah sevgisinden başka bir şey değildi. Kim ne kadar aradığını buldu bilmiyorum, ama ben aradığımı bulamadım. Zaten Kur’an-ı Kerim okunmasından sonra salon da yavaş yavaş boşaldı. Belli ki Çorum’a sade Itri konseri ağır geldi. Kutlu Doğum Haftası etkinlikleri kapsamında büyük bestekâr Itri’nin eserlerinden oluşan bu konserde keşke birkaç semazenle renklendirilseydi diye içimizden geçirmedik desek yalan olur. Program sunucusu kimdi bilmiyorum, ama Müftüye methiyeler düzerken Koskoca İl Emniyet müdürünü de unutmasaydı iyi olacaktı. Sıradan bir daire müdürü muamelesi görmesi bağışlanacak bir durum değildi. Oturma düzenine bakarken Müftü ile yaptığım programda konuştuklarımız aklıma geldi sayın müftü: “Kimse kimseden üstün değildir, Üstünlük takva ile olur” demişti. Oysa konserde oturma düzeni takva sahiplerine göre değil, makam düzenine göre ayarlanmıştı. Kolunda Görevli yazan herkes “oraya oturmayın orası Özel, Davetlilere ayrıldı” uyarısı yapıyor. Şöyle bir baktım kim bu özel davetliler diye. Gördüm ki bunun için Takva sahibi olmaya gerek yok. Diyanetten tanıdığın olsun yeter. Daha ön sıralarda oturmak için ise Müftünün Komşusu olman işi kolaylaştırır. Eş kontenjanından direk protokoldesin yani. Oysa Yüce Mevla Hucuret suresinde: “Ey insanlar, gerçekten, Biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışmanız için sizi halklar ve kabileler (şeklinde) kıldık. Şüphesiz, Allah Katında sizin en üstün (kerim) olanınız, (ırk ya da soyca değil) takvaca en ileride olanınızdır. Şüphesiz Allah, bilendir, haber alandır.” dememiş mi? Dikkat buyurun yaratanın protokolü sizin Valiniz, sizin Belediye Başkanınız, yâda sizin Emniyet Müdürünüz ve dahi sizin komşunuz şeklinde oluşmuyor. Oysa siz insanları makam sırasına göre sınıflandırıp sandalye kalitesini bile ona göre ayarlıyorsunuz. Birinci sıra deri koltuk, İkinci sıra sünger koltuk üçüncü sınıf insanlara ise plastik sandalyeyi layık görüyorsunuz. Bu mu sizin İlah-i adaletiniz? Din ile ayet birbirine karışınca Diyanet oluyor demek ki… Ama bu iyi bir alamet değil. Kimin kimden daha takvalı olduğuna sizin, bizim gibi aciz kullar mı karar veriyor. Dinimiz hiç bir insana veya zümreye ayrıcalık vermemiştir. Bu konu hem Kura’n-ı Kerim’de, hem de hadislerde açıkça zikredilmiştir. Rabbimizin katında en üstün insan, Allah’tan en çok korkan ve onun emirlerine itaat edendir. Bakınız: Peygamberimizin (asm) Veda Hutbesi. Size nerede yanlış yaptığınızı gösteriyor. Ya söylediklerinizi uygulayarak örnek olun, Ya da hiçbir yerde sizi zor duruma düşürecek ayet ve hadislerden alıntı yapmayın. Her kurum hata yapabilir amenna ve saddakna. Ama konu dini konular olunca bunun özrü olmaz. Ancak vebali olur. Bu gecenin Vebali de sizin üzerinizdedir. Kimseyi küçük görmeyin. Zira Allah “Ey iman edenler! Hiçbir insan başka insanları alaya alıp küçümsemesin, belki o alaya alıp küçümsedikleri, kendilerinden daha hayırlı olabilirler. (Hucurat: 49/11) buyurmuştur. Size işinizi öğretmek haddimize değil. Göz görünce gönül katlanmıyor işte. Şeytana uymamak için Resule uyduk ve “Haksızlık karşında susan Dilsiz şeytandır” hadisini yerine getirdik. Bir kusur işledik ise Hakkınızı helal edin. Bizim Hakkımız mı? Onu mahşere sakladık…
Bu yazı 2013-04-24 saat 12:41:56 eklendi ve 242 defa okundu
17 Cumartesi Ağu 2013
Posted Günlük
inEtiketler
NEREYE GİTTİ BU ÜLKÜCÜLER?
Artık bizde yaşlanıyoruz. Bunun lami cimi kalmadı. Gençlik Önce ağabey diyorlardı, şimdi Amca demeye başladı bizim kuşağa, en büyük göstergesi bu. Yaşlılığımızın bir başka göstergesi, kurduğumuz cümle yapıları değişmeye başladı. “bizim zamanımız dalı, nerede o eski günlerli” cümleler kurmaya başladık. Hey-hat yaş kemale erdi. Ama gerçek bu! Demek ki bu tür cümleleri kurmanın da bir zamanı varmış. Biz de artık o zaman di-limine girdik. Geçenlerde ajans/haber izliyorum. Bir grup genç slogan atıyor; “vur de vuralım. Öl de ölelim” bu söylemler Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli’nin bir mitinginde atılıyor. Bizim ve bizden önceki kuşak bu tür sloganları hatta daha sertlerini Rahmetli Alparslan Türkeş zamanından bilir. O dönem bir dava ve bu davanın neferleri olan Ülkücü Hareket vardı. Şimdi Ne değişti de Ülkü ruhu can çe-kişmeye başladı. İşte tamda bu nokta da ilk akla gelen soru “Nereye gitti bu Ülkücüler?” oluyor. Siyasi partilerde Kurucu liderlerle o liderin mirasını yiyenler arasında ciddi fark var. Kurucu Genel başkanlar yaşadıkları ve partinin başında kaldıkları sürece eleşti-rilmezler. Onlar bir milat olarak tarihe geçerler. Oysa Seçimle iş başına gelmiş genel başkanların miadı bellidir. Ancak ne var ki MHP’de miadı dolsa da ısrarla koltuğu yapışan zihniyet emanet aldıkları “Dava”yı ileri götürmek yerine, geri götürmektedir. Bu aynı zamanda söz konusu dava arkadaşlarıyla da yol ayrımını getirmekte. Dün vatanın gönüllü bekçileri olan ülkücüler, bugün kendi vatanlarında yetim kalmış gibiler. O yüzden ülkücü hareket zayıflamış kan kaybetmiştir. Ruşen Çakır’ın Siyah/beyaz yayınlarından çıkan “ne-reye gitti bu ülkücüler” kitabına bir göz attığınızda dönemim Ülkücü hareketine hizmet etmiş kişilerden gelen mektuplar bu sorunun kısmen cevabını vermekte işte size birkaç (alıntı) örnek. Genel olarak “buradayız ,ama kırgınız” diyenlerin çoğunlukta olduğu mektuplar tarihi bir ders niteliğinde. Erhan Yavuzyılmaz/Hatay’dan “Bahçeli ve ekibi diğer siyasi partilerden farksız hareket etmişlerdir” derken, Yozgat’tan Faruk Kapusuz, “Bahçeli neden seçime gitti, baraj altında kalacağını bilmiyorsa bu siyasi basiretsizliktir” diyor. Öte yandan “Bahçeli ağabey bile olmadı” diyende var, nöbetin artık devredilmesi gerektiğine inanan önlerinin açılmasını isteyen gençlikte var. Bu ve buna benzer tam 376 tane mektup. Hepsi üzgün hepsi kırgın daha kötüsü hepsi suskun. Durum o ki giden bu ülkücüler 9 ışık yanmadan, parti içi fırsat eşitliği sağlanmadan, mafyacılık oynamadan, lider-teşkilat-doktorin yeniden gözden geçi-rilmeden, Hilal bıyık bırakmayacak ve “Ya Allah Bismillah Allahuekber” demeyecekler. Apo’yu Neden asmadınız, neden elinizi masaya vurmuyorsunuz? diye soran ülkücüler, sandık geldiğinde de kırgın küskün, ama inançla oy kullanmaya giderken, acaba mühür’ü hangi amblemin üzerine vuracak bekleyip göreceğiz. MHP biran evvel toparlanmaz ve tarihini gözden geçirip yeni yol haritası çizmezse biz daha çok sorarız bu soruyu ” ülkücüler nereye gitti “diye. Atı alan Üsküdar geçer. Bir de Üsküdar’dan el sallar bile.
Bu yazı 2013-03-27 saat 03:04:51 eklendi ve 289 defa okundu
03 Cumartesi Ağu 2013
Posted Günlük
inEtiketler
Tahammül Saygı Olacak
Başlıktan da anladığınız üzere akrostişin içinde barındırdığı kelimelerin bir kez daha altını çizmek istedim. İnsanın en büyük düşmanı nefsidir. Bir işi Başaran’ın başarısına Tahammül edebilmek ise Erdem ister.
Buna en güzel örneği kitapların en yücesi Kuran- Kerim de bulabilirsiniz. Kalplerin de hastalık bulunanların :” Bize bir felaket gelmesinden korkuyoruz” diyerek, onların arasına koşuştuklarını görürsün. Umulur ki Allah, bir fetih ihsan eder veya katından bir emir (iş) getirir de içlerinde gizlediklerine pişman olurlar. (MAİDE/52) Bunlar benim sözlerim değil yaradanın sözleridir. Ameller niyetlere göredir. Her konuda önce niyete bakılır. Niyetiniz Salih değilse ne kadar uğraşsanız gizlediklerinizi saklayamazsınız. İster kör olun görmeyin, ister sağır olun duymayın isterseniz çenesiz olun konuşmayın. Kalbi kararmış her insanın sözleri de kararıyor. Bu ruhani bir dengedir.
Karşınıza Çetin bir ceviz çıktığında onu kırmak için her yolu denersiniz. Amacınız onu yemekse, artık size her yol mubah gözükür. Burada maksat üzüm yemek değil bağçıyı dövmektir. Meyve veren ağacın taşlanması kadar doğal bir durum yoktur. Ancak acemi avcı bazen ava giderken avlanabiliyor. Bir taş atıyorsunuz bakıyorsunuz attığınız taş size geri geliyor. Neden? Çünkü o taşı atma kararını tüm avcılar beraber alıyorsunuz. Taş yerine denk gelince kim attı bu taşı bu taş pahalı bir taş diyorsanız bu sizi sadece mizah malzemesi yapar. Sonuç da taş yerine ulaşmış ve hedefe kitlenmiştir. Bunun onuru da onu Başaran’a aittir.
Yeri geldiğinde Dünya vizyonuna sahip olduğunu iddia edenlerin. Lordlar kamarasında oturup aşağıdakilere avam muamelesi yapması onları maalesef lord yapmıyor. Çorum’a havaalanı isteyenlerin Ankara Esenboğa’dan ulusa gelişleri veya İstanbul Atatürk hava alanı ya da Sabiha Gökçen havalından Taksime gidiş sürelerini hatırlatmak isterim. Merzifon Askeri havaalanı sivil trafiğe açılsın diye ne kadar mücadele verildiğini her şeyi unuttuğumuz gibi unutmayalım. Tartışmamı istiyorsunuz o zaman yerini değil ismini tartışalım.
Kol kırılır yen içinde kalır. Bakın bu Atasözünü Ekşi sözlük nasıl açıklıyor “birbirine yakın insanlar ve/veya gruplar arasın da olabilecek sorunların, yine bu bütünlük içerisinde konuşulması/halledilmesi gerekliliğinden dem vuran bir atasözümüzdür. Aklın yolu bir , tabi amaca ulaşmak için yaptığımız eylemler akılla yapılıyorsa. TSO bir aile ise her sorunun komşu tarafından bilinmesinin kime ne faydası var. Ama ben komşuya söyleyim onlarda tüm mahalleye yaysın, bende bu durumdan istifade ederim diyorsanız o zaman farklı tabi. Yalnız komşunun tavuğu komşuya kaz görünür. Komşuda pişer bize de düşer demeyin komşusunuz açsa size sadece suyu düşer. Bu kadar sulu bir şeyi de mide kabul etmez. İşin sonunda sudan sebeplerden ailenin sevimsiz çocuğu olmakta var.
Başaran insanların bir yapısına bakın. Onlar Seçilmiş insanlardır. Nazik, edepli, insani, her şeyden çok da vicdani özellikleri ön plana çıkar. Her zaman Çetin bir mücadelenin içine girerler. Girdikleri mücadeleden zaferle çıkmaları tesadüfü değildir. İyi niyetli samimi ve dost canlısı olduklarından yol ne kadar çetrefilli olsa da ,onlar hep karanlık yolu aydınlatmışlardır. Çünkü beraber yürüdüğü hiçbir yolda, yol arkadaşlarını satmamışlardır.
Kimse kimseyi sevmek zorunda değil. Ne var ki birbirimize saygı göstermek gibi, İnsan olmaktan gelen bir zorunluluğumuz var. Bükemediğiniz eli öpemiyorsanız. En azından o ele çamur atmayın. Zira çamur atarken ilk sizin elinizin kirleneceğini unutmayın.
Hay Allah tren konusuna girmeyi unuttum. Aman daha 2023/2071 e çok var nasıl olsa bir ara yazarız. Ne demiş üstat tren gelir hoş gelir ley ley leylim ley…..
03 Cumartesi Ağu 2013
Posted Günlük
inEtiketler
REKTÖRÜN HESABI NE?
Hitit Gazeteciler Ve Yayıncılar Derneği olarak Çorum Hitit Üniversitesi Rektörü Reha Metin Alkan’ı ziyarete gittik. Ziyaret güzel bir kahvaltı ile başladı. Aslında kahvaltıyı güzelleştiren çeşitler değildi personelin sıcacık ilgisi idi. O sıcaklık karnınızdan önce ruhunuzu doyuruyor ve bir şey yiyesiniz gelmiyor. Ruhlar âleminde yaşamadığımız için yiyici basın söylentilerine aldırmadan davete icabet asaletimizdendir deyip Allah ne verdiyse yedik. Yediğimiz içtiğimiz bizim olsun ben sizlere şahit olduklarımızı paylaşayım istedim.
Karşınızda sıcak ve nazik bir Adam. Adam gibi Adam derler öyle değil , gibisi fazla kalıyor onun için. Üstelik Türkiye’nin en genç proflarından biri. Atak dinamik vizyon sahibi. Bir derdi var belli sürekli bir şey anlatma gayretinde. Konuklar basın camiasından olunca soruların ardı arkası kesilmiyor. Oda büyük bir zevkle herkese yetişmeye her soruyu cevaplamaya çalışıyor. Arada söz eski Rektöre geliyor “tamam giydirecek “diyorsunuz sizi ters köşeye yatırıp övgü ve saygıyla bahsediyor halefinden. Dert yandığı tek şey hantal Bürokrasi. Haksızda sayılmaz bürokrasi hızına yetişemiyor. Tez canlı sanki bir yere gidecek gibi artık ne hesabı varsa?
Karşınızda ki bir Rektör mü yoksa bir pazarlamacı mı anlayamıyorsunuz. Resmen Hitit üniversitesini pazarlıyor. Üniversitenin tanıtımı için lise lise geziyor. Her açılışa her davete katılıyor. Hep saha da hep halkın ya da sanayicinin içinde. İyi bir pazarlamacı onu anladık da anlamadığımız Rektörlüğü kim yapıyor. Bizim bildiğimiz Rektör oturur makamında insanlara üstten bakar ahkâm keser. Bu onlardan değil artık ne hesabı varsa?
Bir bilgi veriyor kafamızı karıştırıyor. Neymiş efendim Türkiye de en çok haber olan ikinci Rektör. Birinci kim diye soramıyorsunuz. Hani habercisiniz ya her şeyden haberi olan tavrınızdan ödün vermiyorsunuz. Haber olma şekli ile haklı bir gururu var. Bazıları medya hastası dese de onun hastalığı hizmet. Allah şifa versin demeyeceğim çünkü bu hastalık bizim işimize geliyor. Üniversitemiz kurulduğu günden bu güne kadar ciddi bir mesafe kat etmiş. Allah yürü ya kulum dermiş ya sanki buna Allah depar at ya kulum demiş. Hep bir uğraş hep bir gayret içinde bırakın onun yaptıklarını yaparken kendinizi hayal etmeyi, dinlerken yoruluyorsunuz. Niye böyle ne hesabı var merak ediyorsunuz.
Ziyaretin sonunda ne hesabı olduğunu çözüyorsunuz. Milletvekilliği gibi ya da siyasetin her hangi bir kolunda yer almıyor. Zira siyaset hamuruna uygun değil. Ticaret zaten yapmıyor. Geriye Akademik kariyer kalıyor. Zaten akademiysen olarak gelinebilecek son noktaya Yani Rektörlük makamına gelmiş. Daha fazla gidebileceği bir yer yok. Biraz düşününce sorunun cevabını gördüklerinizde ve şahit olduklarınızda buluyorsunuz. Daha başarılı bir Üniversite, Daha çok öğrenci, Daha entegre bir yapı vs vs hayalinde Hesabı kitabı bu. Daha ne olsun, altında başka bir hesap aramakla. Sadece kendinize gülmez el âleme de mizah konusu olursunuz.
03 Cumartesi Ağu 2013
Posted Günlük
inEtiketler
ZERAT ZEYTİNLİ’YE MEKTUP
Sevgili dost seninle hiç tanışmadık hatta hiç karşılaşmadık bile. Ama tanışsaydık severdik birbirimizi biliyorum. En azından ben böyle hissediyorum .Seni kaybettik den sonra tanıdım. Kendi adıma çok da sevdim . Hani kör ölür madem gözlü olur derler ya. Sen öldün kahraman oldun. Ne çok sevenin varmış meğer. Ardından ne çok üzülenin oldu gördün değil mi ?. Biliyorum her şeyi yukarıdan izledin ve bu mektubu da okuyorsun.Onun için onca kalabalığın ve telaşın için de görmediklerin varsa diye senin ardından neler oldu onları da bil istedim . Bil ki ruhun şad olsun yattığın yerde rahat uyu.
Kazanın hemen ardından iyileşmen için herkes dualar etti , ama yetmedi. . Ölüm haberinin ardından dualar devam etti ama içeriği değişti. Biliyormusun Zerat Ahmet Sami Ceylan seni kaybettiğimizi il genel meclisine duyururken çocuklar gibi ağladı. Ne başkanlığı ne makamı gözünde değil di o an. Bir dostu kaybetmenin samimi acısını içinde hissederek göz yaşlarına hakim olamadı. Hemen sağında Musatafa Eker vardı . Sanki ölen sen değil de yakın bir aile dostu gibi hüzünlü ve yaralı idi. Belli ki seni aileden görmüştü. Cahit Bağcının senle ilgili yazdıklarını tahmin ediyorsun değil mi. Benim siyasette yer alma niyeti ile Çorum’a geldiğim ilk günden bugüne çok yakın çalıştığım bir kardeşim, bir arkadaşımdı. Sakin tabiatı, olgunluğu ve ağırbaşlılığı ile sürekli içinde bulunduğu ortama ve çalışmalara olumlu katkı yapmıştır. dedi ne de güzel özetlemiş seni. . Şimdi Diyarbakır da . Hayat devam ediyor be Zerat.
Cenazeni gördün ,binlerce seveni n son yolculuğuna uğurladı seni. Oysa yapılacak ne çok işin vardı geride bıraktığın. Ne hayallerin vardı gerçekleştiremediğin. Randevuların vardı hepsine tek tek gidecektin. Ama ölüm le randevun olduğunu herkes den gizledin. Bütün randevuların geride kaldı. Sen yaradanla olan randevuna koştun. Kesmeye kıyamadığın bıyıklarını şimdi toprak örtü. Oldu mu böyle olmadı tabi. Başbakanımızla çekindiğin forotğraf da nasılda mutlu gözüküyordun oysa. Hatırlandın mı Antalya ya seminere gitmiştin. Orada plaket aldığınızda arkadaşlarınızla bir Fotoğraf çekinmiş ve onu paylaşmıştın. Dimdik ayakta ve gururla poz vermiştin. Şimdi o dik duruşun gönüllerde kaldı sen ise toprakla buluştun. Biliyorum orada da çok sevileceksin. Yalan Dünya da seni bu kadar çok seven varken gerçek Dünya da sevilmemen mümkün mü . Çok sevdiğin Erbakan mı karşıladı seni melekler ona mı götürdü naçiz ruhunu. Orada da bir meclis kurmuşsunuzdur.Rahat edemezsin o meclise de üye olmuşsundur. Sen yerde yatıyorsun ama adın gök kubbede hoş bir seda olarak kaldı.
Zerat ,gözün arkada kalmasın kardeşim.Geride tertemiz bir evlat ve o evlada yakışır bir soyad bıraktın. Ziraat toprak demekti toprak seni daha çok sevdi. Kim bilir belki baş ucuna bir zeytin ağacı dikilir.Bu yaz çok sıcak olacakmış sende gölgesinde serin serin yatarsın. İl genel meclisindeki masan boş kaldı. Üzerine bir gül koyuldu. Ama senin kokunun yanında çok çılız kaldı. Kokun hala meclis de dolaşıyor. Meclis çalışmalarına devam ediyor son aldıkları kararı görseydin çok gülerdin eminim. Hayvan otlatma parayla olacakmış. O zeytin gözlerini açıp bu karara ne derdin acaba.Fani Dünyanın hesabı bitmiyor işte. Sen şimdi daha ciddi hesaplar içindesin . Şükür veremeyecek hesabın yok. O hesabında altından kalkacaksın.Senin için Edilen dualar yerini bulacak ve hesap defterin sağ tarafından verilecek inşallah. Biz senin için üzüldük ama kaygılı değiliz. Biliyoruz ki Mekanın cennet Dostların melekler oldu. Artık sen bizim dostluğumuzu da beğenmezsin. Allah gani gani rahmet etsin sana. Sen bizi düşünme rahatına bak. Nasıl olsa dönüp dolaşıp bizde geleceğiz o meclise. Hepimiz o meclisin asil üyeleri değimliyiz. Sen her zamanki gibi tez canlılık yapıp daha iyi yeri kaptın . Bize de ne düşerse artık.
Mektubun sonunda son söz olarak iyi ki bu dünyadan geçmiş ve gönüllerde bir iz bırakmışsın diyorum.Şu anda bu yazıyı okuyan herkes senin için bir Fatiha okuyor. Ruhuna armağan ediyoruz. Güle güle kullan kardeşim… Allah yar ve yardımcın olsun. (amin)…
03 Cumartesi Ağu 2013
Posted Günlük
inEtiketler
KİM EKER KİM BİÇER
Yok’un bir ölçüsü var mı dır? Yok- az yok-hiç yok gibi. Yok, yoktur işte azı çoğu olmaz. Ya sevmenin? İşte, onun var galiba Az sevmek- sıradan sevmek -çok sevmek- Tutkuyla sevmek veya tutsaklık ölçüsünde sevmek. Söz konusu sevgi olunca nedense iki ölçüm var. Ya hiç sevmemek ya da çok sevmek. Arada başka ölçü barındırmayan bir kalp bendeki. O yüzden çok kırılgan, o yüzden çok alınganım galiba. Peki, tutsaklık ölçüsünde sevenler zincirlerini kırdıklarında özgür mü olurlar, yoksa boşluğa mı düşerler. Bu boşluk nasıl dolar hepsini yaşayarak görüyor ve gördüklerinizi de” Yaşamsal Tecrübe” diye renkli bir cümle ile taçlandırıyorsunuz. Hayatta Yediğimiz kazıkların bileşkesi olarak.
Eskiden hep yanımda duran. Yayın akşamı ise dekor gereği karşımda duran bir isimdi bu haftaki “son söz” programının konuğu. İzleyemeyenler için hatırlatayım bu isim İl Genel Meclisi Başkanı Mustafa Eker’di. Hafta içi tekrarları Kanal19 TV ekranlarında olacak izleyin. İzleyin ki: Bir insanın eğilmeden bükülmeden dik duruşu nasıl oluyormuş görün. İzleyin ki: Aslında siyasetin de makamın da adaletle temsil edilebileceğine şahit olun.
Eker le tanışıklığım çok uzun seneler öncesine tekâmül eder. Hani derle ya can ciğer kuzu sarması. İşte tam da öyle iken kuzu öldü dostluk bozuldu. Kuzuyu ben öldürdüm. Yoğun sevgi yüklenmesinden hayvan boğuldu ve öldü. Katili benim, hem kuzunun, hem de dostluğumuzun. Hayat sizi ummadığınız anda yan yana getirebilecek kadar tesadüfler yaratma konusunda çok tecrübeli. Belki nerde kalmıştık deyip kaldığınız yerden devam edemiyorsunuz ama benim bıraktığım insan bu değildi gözlemini yapabiliyorsunuz. Belli ki bir seri ameliyat geçirmiş. Ben tanıdığımda çok asabiydi şimdi sinirleri alınmış gibi sakin ve dingin. Ben tanıdığımda muhasebeci idi, şimdi mali müşavir olmuş. Ben tanıdığım da hep yatırım yapma peşinde idi şimdi gördüm ki insana bilgiye ve felsefeye yatırım yapmış. İnsanların değişemeyeceğine inanırdım, yanılmışım. Değişim gelişimle gerçekleşince hayranlık uyandırıyormuş. Bunu onda gördüm.
Çocukları şanslı, ailesi şanslı ben şanslıyım. Böyle biri ile yaşadığımız için. En çok da Çorum şanslı. Güvenilir, Adalet duygusu ile yoğrulmuş bir siyasetçiye sahip oldukları için. Onu izlemeye devam edin gördükleriniz geleceğe dair ümit kar bir davet çıkarıyor. Ben bu davete gönülden iştirak edeceğim. Size de tavsiye ederim. Kokuşmuş bozulmuş siyasetten ve siyasetçiden bıkıp usandıysanız. İşte size hala siyasette böyle adamlar da varmış dedirtecek bir kimlik bir kişilik. Farkına varmadan şimdi ekiyor. Zamanı gelince ektikleri tohumlar meyvelerini verecek. Bize düşen bu değerlere sahip çıkıp sonra dan keşke dememek için şimdiden iyi ki demek oluyor. Yolu uzun, yol arkadaşları yavaş yavaş oluşmaya başlıyor. Umarım Rabbim yar ve yardımcısı olur. Suya sabuna dokunmadan temiz kalınmıyor, korkmayın dokunun. İşte size temiz bir gelecek için bir fırsat. Bu kirleşmiş yolların temizlenmesi için iyi bir deterjan.
Marka köyler oluştururken kendisinin bir marka isim olduğunu göremeyecek kadar da tevazu sahibi Uzun lafın kısa izahatı KİM NE EKER SE ONU BİÇİYOR.